26 Şubat 2020 Çarşamba

T A Ş I N D I K






 Y A K I N D A

Y E N İ  A D R E S T E !

A M A  N E R E S İ  S Ö Y L E M E M!

N E D E N  S Ö Y L E M E M ?


Ç Ü N K Ü  B İ R  Y E R D E N  T A Ş I N I R K EN

K O N U  K O M Ş U Y U  D A  K A M Y O N A  K O Y U P  G Ö T Ü R E M E Z S İ N!

Obsesifos!


D O K T O R  B E Y,  G E L İ YO R U M  B İ  S A N İ Y E!

N E  D İ Y O R D U M,  H A H,  M A H A L L E   E S N A F I N I  M E S E L A,

T A Ş I N D I Ğ I N  Y E R E  G Ö T Ü R E M E Z S İ N.


H E R K E S  Y E R İ N D E  K A L I R,

S E N  T A Ş I N I R  G İ D E R S İ N.

O B S E S İ F O S  B İ P O L A R U S.

16 Ocak 2019 Çarşamba

OBSESİFOS BİPOLARUS VE NEY Kİ EĞİTİMLERİ

                "Ney ki, içe atımsal enerjinin kökleştiği bir ruhsal duraktır."

Kongo'nun bilge kahini Obsesifos Bipolarus'la, hayata dair çok güzel bir ropö..röport..rop..bir görüşme gerçekleştirdik. Amacımız bize kendi buluşu olan "ney ki" felsefesini etraflıca anlatmasıydı:

-Sevgili Obsesifos.
-Efendim.
-Size soru sorabilir miyiz?
-Alçaksınız.
-Neden?
-Soru sormak için izin istediniz öyle mi?
-Evet, bu mu alçaklık?
-Henüz soru sorabilirsiniz demeden üç soru birden sordunuz.
-Nasıl yani?
-İşte dört etti.
-Sahi. Haklısınız Obsesifos. Biz, size soru sormak istiyoruz.
-Ve?
-Şimdi sorabilir miyiz demem halinde, aslında bir soru sormuş olacağımdan ötürü, izin istememin bir anlamı kalmayacak.
-Semiotik bir tıkanmanın zort dediği yerdeyiz.
-Semiotik tıkanma, zurna mıdır?
-Al işte, yine bir soru.
-Ne yapmak lazım peki?
-İşte, bir soru daha.
-İçimden, "Obsesifos nasıl bir manyaksın sen?" demek geliyor ama..
-Ama?
-Yine bir soru sormuş olacağım.
-Haklısın.
-Desem ki, "Obsesifos, sana bazı sorularımız var."
-Bak bu olur.
-Ooh. Başlayalım mı?
-Haydaa. Yine bir soru sordun.
-E sana Sorularımız var dedim ya?
-Oh ya! öyle "sana sorularımız var" deyince mesele bitiyordu. Ne güzel be. Soruyu bana soracaksın ama benden izin almak yok öyle mi?
-Sen de bir soru sordun.
-Benim ki gösterdiğiniz etkiye bir tepki. bir dışatutum.
-Dışatutum mu?
-Hadi buyur. Anne babası terbiye vermeyince insanın sürekli soru soruyor demek ki.
-Obsesifos, istemediğin soruya cevap vermeme hakkına sahipsin ama.
-Peki o zaman, sor istediğini.
-Ney ki, ney ki?
-Bu soruya cevap vermek istemiyorum.
-Niye ki?
-Buna da.
-Bu meseleyi çözmek için bir önerin varsa, yerine getireceğim.
-Hmm. Pekala.
-Ee, Önerin nedir?
-Demek yine soru sordun.
-Bana bir yol göster o zaman Obsesifos!
-Demek sen de benim yüce öğretilerim karşısında eğiliyorsun.
-Söyle de söyleşi başlayabilsin.
-Söylersem bu bir "söyleme" ya da "söylenme" olur. Söyleşi diyebilmemiz için, senin de söylemen gerek.
-Aynı anda mı?
-Bak hala soru soruyor it.
-Baştan alabilir miyiz şu konuyu?
-Bu soruya cevap vermek istemiyorum.
-Obsesifos, sana bazı sorularımız var ve izin verirsen sormak isteriz.
-İşte bu!
-İzin verdiğin zaman haberimiz olsun.
-İzin veriyorum.
-Güzel. Evet Kongo'nun yüce kahini, Ney ki, ney ki?
-Ney ki, bir tür öğretidir. Her öğretiye açılan bir yoldur. Işıklı bir düzlemde yürümektir. Ney ki, aynı zamanda bir savunma sanatıdır ve savunma sanatı sanat içindir. Elbette ki Ney ki bütün bu özelliklerinin yanında bir itfaiye iç tüzüğüdür.
-İtfaiye iç tüzüğü mü?
-Gerizekalı. O kadar ışıklı mışıklı şey diyorum aklın fikrin hortumda.
-Hayır yani sevgili kahin, anlattıklarınız pek güzel de, bunun itfaiyeyle bağlantısını çözemediğim için sordum. İtfaiye iç tüzüğü ne alaka yani?
-Tüzüğümü yiyin.
-Hay hay. Bağını sorabilir miyiz?
-Hayır, soramazsınız.
-Peki.
-Peki.
-Peki
-Son "peki"yi ben diyeceğim. Peki.
-Nasıl isterseniz yüce kahin. Lütfen bize Ney ki'den biraz daha bahsedin.
-Efendim Ney ki, bir tür büzüşümdür.
-Bir büzüşüm?
-Evet. Etrafınızda olan biten herkes aslında size gülüyor. İşte bu kişilerle ilgili hissettiklerinizi içinize atarak doyumsuz sapıklığınızı daha da kamçılıyor ve daha zevkli bir hayat yaşıyorsunuz.
-Mesela?
-Mesela size gülen birini gördüğünüzde içinizden hemen "herkes bana gülüyor" derseniz bu bir genellemedir. Bu genellemeyi yapacak kadar kendinizi eğitmeyi başarırsanız, bir sonraki aşamaya geçebilirsiniz.
-Kaç aşama var Ney ki eğitimlerinde?
-128 milyon kadar.
-Çok değil mi?
-Az mı?
-Değil.
-Çok mu?
-Çok. En üst aşamaya gelebilenler ne olur?
-Onlar artık doğru soruları sormaya başlamışlardır. Hayat, cevapları aramakla harcadığını zannettiğin bir yanılsamadır sadece. Gerçek ise doğru soruları arıyor olduğundur.
-Peki doğru soru ney ki?
-Kesinlikle haklısın. Doğru soru "Ney ki."
-Cevap ney ki?
-Herkes beni takip ediyor.
-Cevap bu mu?
-Aslında bu, sorulardan sadece biri. Dediğim gibi, daha ileri aşamalarda sorulacak bir soru bu: "herkes beni mi takip ediyor?"
-İlginç. Peki sevgili kahin, Ney ki'de siz kaçıncı aşamadasınız?
-Ben eksi birinci aşamadayım.
-Eksi bir?
-Eksi bir. Bu aşamada fikirsel çöpler ve aklınıza gelip sonradan vazgeçtiğiniz bazı ilhamcık pericikleri ha bir de itfaiyede yazın unutulan karpuzlar vardır.
-İşin bir de savunma sanatı kısmı var demiştiniz.
-Evet.
-Biraz anlatır mısınız?
-Biz buna Ney ki-do diyoruz. Amacı ne rakibin dengesini bozmak ne de kendini kısacık savunduktan sonra kavga alanından kaçarak hayatta kalmak.
-Nedir amacı?
-Amacı saldıran ya da takip eden ya da gülen biri olursa sonuna kadar onu bozguna uğratmaktır. Ney ki-do, bunun için farklı teknikler kullanır.
-Ne gibi teknikler?
-Gibi değil.
-Ne teknikler?
-Örneğin size girişte kullandığım teknik bir psikolojik Ney ki-do uygulamasıydı. Manipülatifti ama sonuç vericiydi. Zira ben istemeden konuya giremediniz.
-Haklısınız. Peki fiziksel aksiyonları da var mı Ney ki-do'nun?
-Var. Biber gazı. Size saldıran olursa ağzını götünü biber gazıyla dolduruyorsunuz. Silah olarak da kürek.
-Nasıl kürek?
-Bahçe küreği.
-Yanımızda kürek mi taşıyacağız yani?
-İtfaiyeye de bırakabilirsiniz.
-Bütün bunları Bodrum'da yaşayan bilge bir kadını dinledikten sonra götünüzden anlayıp uydurduğunuz konusunda ne diyorsunuz peki?
-Neden olmasın! Ben biraz gidip Mithat Bereket çalışacağım  şimdi.
-Mithat Bereket mi?
-Evet, Pusula diye bir program vardı onu izleyeceğim. Şimdilik eksi birinci aşamada bunu yapabiliyorum.
-Söylentiler doğruymuş.
-Söylentiler ney ki?
-Su veren itfaiyenin hortumu?
-Aydınlanma başladı!

12 Nisan 2018 Perşembe

OBSESİFOS BİPOLARUS'LA RÜYA TABİRLERİ- İDİOTİS


 Oğlum Domalas;

Rüyalar gerçek değildir. Ama gerçek diye bildiğin her şey, aslında rüyadır. Bu mantıkta bakacak olursak, kabuslar da gerçek değildir ama gerçek sandığın her şey de kabus olmayabilir. Eğer gerçek sandığın her şey kabus ise, işte onu anladığın an, sidik torbana ihtiyaç duyacaksın. Yanında taşı. Şimdi öncelikle rüyanı tekrardan bir hatırlayalım:
"Rüyamda bir adam mahallemizi ele geçirdi. Mahallemizi kırdı geçirdi. Mahallemizi gömçürdü. Mahallemizi dağıttı. Mahallemizi toplamadı. Mahallemizi kana buladı. Mahallemizi yuhaladı. Mahallemizi aşağıladı. Mahallemizi ısırdı. Mahallemizi öptü. Mahallemizi kirletti. Mahallemize tepeden baktı. Mahallemize verdi veriştirdi. Mahallemize kötü davrandı. Mahallemize çok kötü davrandı. Mahallemize zarar verdi."
Uzun analizler sonucu vardığım ilk sonuç, sende yükseklik korkusu var. Hem de kesinlikle iguanaları sevmiyorsun. Üstelik gizli eşcinsellik eğilimi de olabilir. Hislerime güveniyorsan eğer, rüyan mahallenle ilgili. Bu aralar sakın dolar alma. Çok yükseldi. Bazı rüyalar habercidir İdiotis, bu gördüğün rüya da işte o haberci rüyalardan. Sanıyorum ki bir adam, mahallenize bir şeyler yapacak. Şimdi gelelim rüyanın teknik yorumuna...

Bir adam var düşünde. Diyelim ki bu adamın adı Sibel Alaş olsun. Bu adam mahalli bir kişilik.

Eğer bu adamın yaptıklarını tesirsiz kılmak istiyorsan, yaptıklarını bir yerde, mahalleni bir yerde toplamalısın. Yani şöyle ki;

Sibel Alaş, Mahallemizi (ele geçirdi+kırdı geçirdi+ gömçürdü+ dağıttı+toplamadı+kana buladı+yuhaladı+aşağıladı+ısırdı+öptü+kirletti) eksi Mahallemize (tepeden baktı+ verdi veriştirdi+kötü davrandı+ çok kötü davrandı+zarar verdi)

Şimdi bu noktada dikkat etmemiz gereken bir husus var. "kötü davrandı" ve "çok kötü davrandı" ifadelerini de "çok" ortak parantezine alıp, çok(kötü davrandı)² şeklinde kullanabiliriz.

bu durumda formülümüz, (tepeden baktı+ verdi veriştirdi+çok(kötü davrandı)²+zarar verdi) olarak yenilenirken, aynı zamanda da "verdi veriştirdi" ve "zarar verdi" ifadelerindeki "verdi"yi de ortak paranteze alırsak, bu adam mahallenize "zarar veriştirmiş" gibi bir sonuç ortaya çıkıyor.

ki aynı şekilde "ele geçirdi" ve "kırdı geçirdi" ifadelerinin de "geçirdi" ortak parantezinde kullanacak olursak, rüyanın bilinmezlik perdesi yavaş yavaş ortadan kalkıyor demektir: bu adam mahallenizi "ele kırmış."

Sevgili Domalas;

 Biz şimdi senin olmasını istemediğin bütün şeylere bir isim versek mesela, kana bulaması, ısırması, kirletmesi vs. hepsine bir isim atfetsek ve hepsine "Emel Müftüoğlu" desek?

Şu halde Sibel Alaş Mahallenize Emel Müftüoğlu gömçürdü ve öptü ifadeleri elimizde kalıyor.

Burada öpmesi kötü bir eylem olmayacağından 'Emel Müftüoğlu' ifadesinin dışında. Demek ki tek bilinmeyen, "gömçürmek" eylemini yalnız bırakacak olursak eğer, görmüş olduğun rüyanın hakiki fikri ve anlatmak istediği önermeye ulaşıyoruz:

Sibel Alaş, sizin mahallede Emel Müftüoğlu'nu öpmüş.
               
                               Rüyan Hayırlara vesile olsun sevgili İdiotis.

                            Obsesifos Bipolarus
                             Kongo'lu Kahin,
                             Kongo Yüksek Totemi.
                             Ceddi Dedesi,
                             Nesli Babası.

6 Şubat 2018 Salı

SIRRI BEY'İN KARISI NASIL OROSPU OLDU? (786252. BÖLÜM)



                     SIRRI BEY VE KARISI HAYALLER ÜLKESİNDE


 new ottoman language series- bikr-ül osman silsile-i lisânisi.

1- âğâz seviyyesi (beginner)
2-aşağı vasat seviyyesi (pre-intermediate)
3- vasatî seviyye (indermediate)
4- yukarı vasat seviyyesi (upper intermediate)
5- seviyyeyi berceste (advanced)
6- efdal-i osmanî (proficiency)

aşamalarından müteşekkil bir müfredatı ta'kiben, talebelere lîsanı pek âsân mahiyette ilkâh eder. ûlâ seviyyemiz âğâz seviyyedir. bu seviyyede talebe şahsını pek fevkâlâde beyân ve takdîm edüb, sâir beşerin de hâl ve hâtırını sual edebilecek, alettafsîl olmasa da sâde olarak lakırdı edebilecektir.
ûla cildde, konusu alâka uyandırıcı bir hikâye de mevcuttur. bu hikâyeye göre ismi "câdde-i muzafferiyye" olan bir ayş zemîninde bir zümre ahlâksız tâze âdem yaşamaktadır. bu tâzelerden ismi celâleddin olan, pederi eşraftan bir büzürgzâdedir. beraberinde yancı teşkîl eden ahbâblarından ebû-e isimli reng-i vücudu kapkara bir başka tâze âdemdir. bu âdemin pederi eski nafia nazırının sarayından mütekaid bir ayyaş magribli arabdır. sureti küllîyen kara olan ebû-e, havaî, muzır işlerle meşgûl olmakta, meselâ ecnebîlerin "futbolé" ismini virdükleri bir icâdla vakit harcamaktadır. bunlardan başka ismi cemile olan pek ziyâde mâğlub ve mahcûb fıtrâtlı nevnîhal tâze hanım da bu zümreye dahil edilebilir. cemile, celâleddin'e aşkî bir muhabbetle bağlı, fakat bu alâkasını katiyyen izhâr edemeyecek surette âhûdîl ve pek yebânidir. binâenaleyh celâleddin'in mabâdından suret-i katîyyede tefrîk olmaz, ekserîyetle mektubâtında kendini "cem" olarak takdim eder. kezâ bir hânım olarak dahil olamayacağı pek ziyade ortamlarda bulunabilmektedir. hem zâten cemile'nin sureti de tıpkı ebû-e gibi arab, pek ziyade semâcet ihtiva eder. cemile'nin pederi müteveffa bir hind muhaciri faytoncudur. mâderiyle birlikte fakr-u zaruret içinde berhâyat bulunan cemilenin bu gidişle fenâ yola düşmesi pek yakındır.
celâleddin'in pederi, tek mahdumunun alelâde âdemlerle ahbâb olmasına ziyadesiyle içerlemekte fakat zevcesi kadınefendinin "bey, o şimdi devre-î bâliğ, üzerine varmamak lâzım" lakırdısıyla "fesubhanallah" çekerek intizâr etmektedir.
derken efendim, cemaziyel-evvel'in yirmiikinci günü, câdde-i muzaffer'in gûşesindeki boş konağa bir âile hûlul eder. âilenin reisi basri efendi, mâzisi pek âsil vazifelerle dolu bir mütekâid nezâret başkâtibi, şehbender nedîmidir. celâleddin, basri efendinin kerîmesi sûzan basri'yi gördüğü lahzada kendisine meftûn olur. sûzan basri ve birâderi vedâd basri, beraberinde mâiyetleri olduğu hâlde cevelân etmektedirler. celâleddin bu fırsatı kaçırmaz ve beraberinde ebû-e ile cemile olduğu halde yollarına çıkar:

celâleddin: selâmınaleykûm birâderim,
vedâd basri: ve aleykûm selâm.
celâleddin: muhitimize yeni hûlul ettiniz, bize ne büyük letâfet.
vedâd basri: allah sizden râzı olsun birâderim, isminizi bağışlar mısınız?
celâleddin: bendenizin ismi celâleddin vâsıf. ya sizin isminiz nedir?
vedâd basri: ismim vedâd basri. mühendishâne-i berr-i hûmayûn'da talebeyim.
celâleddin: küçük hanımlar sizin hemşîreniz mi olur?
vedâd basri: belî, kendisi benim hemşîrem sûzan. siz kendisine kısaca "sû" diyebilirsiniz.
celâleddin: hello sû!
sûzan basri: affedin, anlayamadım.
celâleddin: siz bendenizi affedin, şükûh-u tal'atınız karşısında bîçare-i serâsîme olub bîhûş hale geldim.
sûzan basri: ne kadar lâtifsiniz.
vedâd basri: bu arablar sizin bendeler mi?
celâleddin: hayır, benim ahbâbım. size onları takdîm edeyim. ebû-e, kendisi hemrâz-ı kadimimdir. hem de pek güzel ayak topu oynar.
ebû-e: merhâba. ziyadesiyle memnun oldum vedâd.
vedâd basri: demek ayak topuyla alakâdar oluyorsunuz, pek güzel, ben de kalamış idman cemiyetinde oynuyorum, taarruz hattında.
ebû-e: işittiğime pek memnun oldum, demek hembâz bir zevkimiz var. ben de beyoğlu idman gücünde müdafaa-i yûmna neferiyim.
celâleddin: işte vedâd biraderim, bu hanım da cemile.
vedâd: pek memnun oldum hanımefendi.
cemile: o memnuniyet bendenize aittir beyefendiciğim.
vedâd: sizinle dübâre mülâki olmayı pek temenni ederim
celâleddin: en makrûn vakit, biz de ziyadesiyle niyaz ederiz.

bikr-ül osman silsile-i lisânisi- âğâz, ûlâ kısm, ûla suret.
sürûd. 

câdde-i muzafferiyye gılmânlarının muhitlerini anlatan tegânnileri.

(ferehnaz taksimi eşliğinde tâzeler başlar)

hepberâber: câdde-i muzafferiyye, câdde-i muzafferiyye, câdde-i muzafferiyye, hop hop hop

celâleddin: ism-i âlim celâleddin, celaleddin vâsıf, işte bu da câr-û bint, sû.

sûzan basri: merhaba efendiler, ism-i âlim sû, tanıştığımıza memnûn oldum, selâmın aleykûm.

vedâd: merhaba ben vedâd, onun birâderiyim, celâleddin'in de ahbâbıyım, burada bir zât var.

ebû-e: emanuel ebû-e benim ismim, ayak topunu pek severim.

cemile: cemile olan bendenizim ve fakat bendenize cem denmesini isterim.

hepberâber: bizim aslımız şehr-i istanbul, siz neredensiniz, isminizi katıp bizimle tegânni ediniz

hepberâber: câdde-i muzafferiyye, câdde-i muzafferiyye, câdde-i muzafferiyye, hop hop hop.

neticede bu tâzeler sokak ortasında kızlı erkeklü kaynaşmak, üzerine taşkın ve sapıkça terennüm ve raks etmekden şer-i mahkemeye çıkarlar. kadı efendi celâleddin'i çankırı'ya sürer. cemile hafiflik ve hoppalık suçundan edebsüz ilan edilib yüzelli kırbaç cezâsı alır, sonra da 72 yaşında bir subaşı mütekaidine nikâhlanarak onun ikinci zevcesi olur. ebû-e, memleket dahilinde memnû ve bir anglo fitnesi olan ayak topu oynamakdan evvelâ komitacı ve ihtilalci olduğu şüphesiyle mahkeme-i dîvana sevk edilir. idâmdan son anda kurtulan ebû-e, garbî fas eyaletinin cenûb yörelerine, fillerin memleketine sürgün edilir. 
vedâd basri, mühendishane-i berri hûmâyun'dan bilâmühled tard edilir. mahpusluğuna pederinin hatrı sayılır bir zât-ı muhterem olması mâni olur.
sûzan basri, pederinden hayatının dayağını yedikten sonra, genç bir mülâzım-ı sâni ile nişanlanır. 

işte kıssamızın hâli sebebiyle sânî seviyye olan aşağı vasat seviyyesi ve dahî tüm seviyyeler berdevâm olamamaktadır.

işte o eser: https://www.youtube.com/watch?v=7h9xbz2wABk

işte o kişiler: 

8 Temmuz 2016 Cuma

Ünlü Kahin Obsesifos Bipolârus'la Balık Anatomisi Üzerine Bir Söyleşi.

  "ya bir gün bir balığa suni teneffüs yapmamız iktiza ederse?"

             Kongo'nun tanrısı ve ünlü kadın satıcısı hem de kahin yüce Obsesifos Bipolârus'u evinde ziyaret ederek kendisine şu soruyu sorduk: "Nasılsın?" Sonra kendisine bir soru daha sorduk: "Sana "ya bir gün bir balığa suni teneffüs yapmamız iktiza ederse?" diye sorabilir miyiz?" Kendisinden "evet, hı hı" cevabını alınca çok rahatladık ve kendisine şu soruyu sorduk: "ya bir gün bir balığa suni teneffüs yapmamız iktiza ederse?" Kendisi cevaben bize şu soruyu sordu: "iktiza ne demek?" Kendisine cevaben şunu söyledik: "yani gerekirse." Kendisi bize cevaben şu soruyu sordu: "peki balık ne demek?"  Kendisine cevaben şu soruyu sorduk: "bizimle dalga mı geçiyorsun ulan?" kendisi cevaben bize şu soruyu sordu: "evet, sakıncası mı var?" kendisine cevaben şu soruyu sorduk: "yoo, ne sakıncası olabilir ki?"

            Onun Obsesiflerin tanrısı olduğunu unutmuştuk. O anda hatırladık. Ve bir daha kendisine cevaben bir şey sormadık. Sadece sormak için sorduk. Dolayısıyla da sorularımız hep çanak sorular oldu:

                  - Sayın Obsesifos Bipolârus, ya bir gün bir balığa suni teneffüs yapmamız iktiza ederse?
                  - İktiza ne demek?
                  - Artık ayıp oluyor ama.
                  - Niye bundan önce olmuyor muydu?
                  - Hayır.
                  - Peki.
                  - Peki
                  -Peki
                  -Peki.
                  - Neden böyle yapıyosunuz?
                  -Son "peki'yi" ben diyeceğim.
                  -Peki.
                  -Peki.
                  -Peki.
                  -Bak ağzının ortalık yerine sıçarım senin. Peki.
                  -Peki.
               (konuşmanın bu kısmında Obsesifos'a bir titreme geldi. ağzından çıkan köpüklerle kendinden geçti ve kendine geldiğinde ilk sözü "peki" oldu.) (o kazandı.) (zaten o hep kazanır.)

                -Sayın Obsesifos, "peki,ya bir gün bir balığa suni teneffüs yapmamız iktiza ederse?"
                -Peki, olaya mantıken bakmak gerek. Bir insana suni teneffüs yapman gerekirse ne yaparsın?
                - Kendisine suni teneffüs yaparım.
                - Bravo. Ben de kendisine yaparım. Zaten bir insana suni teneffüs yapman gerektiğinde gidip de başkasına yaparsan toplum seni ayıplar.
                -Evet.
                -Evet
                -Evet.
                -İçeride av tüfeği var.
                -Peki.
                -Peki.
              (gerçekten varmış. aldı geldi. konuşmanın bundan sonraki kısmını da, bundan önceki kısmını olduğu gibi, Obsesifos kazandı.)
               -Eğer bir insanın kendisine suni teneffüs yapman gerekirse neye bakarsın?
               -Etrafa!
               -Salak mısın?
               -Galiba.
               - Etrafa neden bakıyorsun?
               -Öpüşeceğim diye?
               -Hayır.
               -Neye bakarım peki sevgili kahin?
               -O insanın hayatta kalmak için neye ihtiyacı olduğuna bakarsın.
               - Evet.
               - Neye ihtiyacı var o insanın?
               - Neye ihtiyacı var?
               - Metan gazına.
               -Hakikaten mi?
               - Ayıpsın. Ne yapacaksın şimdi?
               - Şöyle göt çeperimi ağzına doğru ortalayıp..
               - Aptal !!! Oksijene ihtiyacı var !
               -Evet.
               -Evet.
               -Evet.
              (burada Obsesifos pompalının ağzına mermiyi verdi.)
               -Tamam! buldum. Hemen bir yerlerden bir ağaç bulurum.
               - Ağacı ne yapacaksın ulan?
               - E oksijen?
               - Sen nefes alıp ağzına burnuna üflesene?
               -İyi ama ben oksijen üretmiyorum ki?
               -Yazık. İçerde de kalmamış galiba.
               - Ben aslında balık-insan ilişkisini nasıl kurduğumuzu anlamadım. Ne alaka bir balıkla bir insan?
               - A-a. Olur mu. iki metabolizmayı aynı anda yaşatan kimseler var.
               - Mesela deniz kızı !
               - Ya da gazeteci.
               -Öhm. Bir kere daha oldu.
               -Ne oldu.
               - Ayıp oldu.
               - Neyse ne diyorduk? Hah. Balık nerede yaşar?
               - Denizde.
               - Bu durumdaaa? Balığın neye ihtiyacı vaaar?
               -Suya !
               -Aferin! Aferin sana! Yaniii?
               - Balığın yüzünü yıkarım !
               (bir el ateş etti. sorumuza henüz cevap alamamışken, bize hemen işkembe çorbası ikram etti. Kaşıklar maviydi. çorbanın terbiyesiyle çok uğraşmış. Bunun için İsviçre'den birini getirtmiş. Almanca bilen işkembe çorbası içtik. Tabaklar sarıydı. Masa örtüsü kırmızıydı. Camlar kahverengi, yerler yeşildi. Oturma odasında cüce gergedanlar cirit atıyordu. Cirit attıklarına göre odada at da vardı. ama atlar hep griydi. şömine hep şeffaf. bir de şimdilik aktarıcaklarımız bu kadar. Muck. mmmmhhh..mmmcvcckkk.)
             
             

16 Ağustos 2015 Pazar

Sessiz Sinemanın Önlenebilir Alçalışının Günümüze Etkisinin Sosyolojik Çözümlemesi.


2013 yılında kendini kaybetmiş bir at, evet bir at, komşu çiftliğin çitlerini aşarak kızışma dönemindeki 5 safkan atı ve bir eşşeği iğfal etti. At'ların sahibinin zararı trilyonu buluyordu çünkü halis İngiliz safkanlarının genetiği ve performansları mahvolmuştu. At, aslında diğer at'ları zikmemişti. At, adamın istikbalini bandozlamıştı. Üstelik at'ın kendisi hiç de safkan değildi. Dolayısıyla at'ın sahibi de hiç mi hiç safkan olamamıştı. Umursamaz bir çobandı. Zikilen at'lar ise durumdan pek bir heyecan, keyif ve doyum almış gibi kişniyordu.
Elimde çekirdek varken sessiz sinemanın neden tutmadığını bu şekilde irdelemeye çalıştım. Zor oldu bu irdeleme. Çünkü Obsesifos Bipolarus olarak, kendime ve diğer 37 kendime karşı bazı sorumluluklarım var. Elimde bir çekirdek tanesi varsa eğer, öbür elimde de bir çekirdek tanesi olmalı. İkisini de aynı anda yemeliyim. Yoksa uğursuzluk gelebilir. At'larıma atlayabilir başka at'lar. Eşeklerime de atlayabilir başka at'lar ya da at'larıma atlayan at'lar. Atlamayan atlamaz, eğer iki elimde de çekirdek tutarsam. Şu an hiç at'ım yok. dolayısıyla benim at'larımı kimse paftikleyemez. Çünkü benim at'ım yok. Konu hazır at'lardan açılmışken değinmeden geçemeyeceğim bir şey daha var.
90'lar Türk pop müziği ya da hafif müziği pek çok değerli müzisyen kazandırmışsa da ülkemize, başka ülkelere hiçbir şey kazandıramamıştır. Ayrıca teknolojik gelişmelerin klavye üzerinde boku çıkarılmıştır. Tadında bırakılmalıydı. Her yeni ses teknolojisi yeni çıkan şarkılarda denenmez. Bu arada aklıma geldi; eşek, safkan bir İngiliz eşeği değildi. Bir Çankırı eşeğiydi. Yani o alışık.
Sessiz sinema, insanın canı sıkıldığında ve isim-şehir oynayacak gerekli malzeme bulunamadığında oynanabilen pek zevkli bir oyundur. Oynayacak kimseyi bulamadığımda ben kendi kendime oynarım.

Bugüne kadar hiç kazanamadım.

Obsesifos Bipolarus.

Not: Belkıs Akkale'ye teşekkürlerimle..

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Armut Şiş, Ağzımdan Çık.

Bir kere traktör lastikleri yağlanmalı. Çünkü eski pirinç kapı tokmakları fakirlerin götüne girsin. Hem de ek vergiler kesinlikle ve kesinlikle zekeriya beyaz'ın iki kulağı arasında, böyle memleket olur mu? bence olmaz, olmamalı. Mamalı ve memeli memleketlerin insanlarının ağzının suları bir zaman sonra labaratuarlarda lavanta macunu olarak tabure yapımında kullanılırsa ben buna hiç şaşırmayacağım. söz veriyorum şaşırmayacağım. Neden şaşırmayacağım? Çünkü neden bulur demiş atlarımız. Evet evet. atlar geceleri gizlice yanlarına sokulup karşılarında mezdeke oynadıktan sonra 38 kere kusan herkese bu gizli şifreyi fısıldar. "neden bulur". hem de bunu norveççe söylerler çünkü hiç kimsenin bildiği ve herkesin bilmediği bir gerçeği söylüyorum şimdi: atların ana dili norveççedir. 38 kere kusmazsanız eğer atlar norveççe konuşmayı bırakır ve berberice olarak size türkü söyler. atlar çatlar. yatlar patlar. satlar gelir ve operasyon başlar. işte bir atın karşısında az ya da çok kusmak bu derece tehlikeli bir batırçıkart efekt oluşturabilir. bütün bunların olmasının tek bir sebebi var. odaya ejderha girdi. camdan içeri girdi bildiğin. camdan dışarı çıktı bilmediğin. ve ejderhanın kafasında emine beder'in başlığı vardı. iki seçenek hasıl oldu o an: ya ejderha bir aşçıydı ya da suçu emine bederin üzerine atmak isteyen bir ejderhaydı bu. adını sordum ajdarha dedi. kısaca ajdar diyebilir miyim dedim evet dedi. neyse, hepsinin bir sebebi daha var, çin'deki devrim. evet bütün bunların sebebi çin'de bir devrim olmasıdır. dostun düşmana karıştığı bir devrim olmamıştır bu. çünkü çin'de barış zamanında da dost, düşmana hep karışır. orada kadınlar saçlarını kocalarına sürpriz olarak boyatıp değiştiremezler. bunu yapan kadınlar başka kocalar tarafından karıştırılmış ve pek çok aile felaketi yaşanmıştır çinde. hepsi birbirine benziyo. ve atlar, onlar da birbirine benziyo. ve saddam hüseyin, o kimseye benzemezdi. ayrıca o, mozaik pasta yapmasını çok iyi bilirdi. o hindistan cevizi dışkılayan bir bıyıklı dahiydi. zaten bir işitme engelli olmaması bunu doğrular nitelikte. işitme engelli olması da bunu doğrular nitelikte diil. neyse yün kazak ısırdı bu. gıcır gcır gıcır sonra da nyan cat videosu açıp 100 saat izlicekken astılar saddam'ı. seneler geçmesine rağmen hala kurumadı. kuruduysa indirin de giyelim. üşüyoruz reisler. ve belki de hala reis kalanlar. armut şiş. ağzımdan çık. sana ihtiyacım var armut. sarıl bana sok sapını koynuma. muck.